Attila İLHAN

Attilâ ilhan (1925-2002)

       Şair, romancı, gazeteci, deneme, eleştiri ve senaryo yazarı. Çeşitli türlerdeki yapıtlarıyla Cumhuriyet sonrası Türk edebiyatında kendine özgü bir yer edinmiştir.

      İzmir'de Karşıyaka Cumhuriyet İlkokulu' nu ve Karşıyaka Ortaokulu'nu bitirdi. Atatürk Lisesi'ndeki öğrenciliği sırasında Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 141. maddesine aykırı davrandığı gerekçesiyle tutuklandı ve okuldan uzaklaştırıldı (1941). Danıştay kararıyla öğrenimini sürdürme hakkını kazanarak İstanbul'da Işık Lisesi'ni bitirdi (1946). İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni yanda bıraktı (1949). 1949-65 arasında, aralıklarla altı yıl Paris'te yaşadı. Ali Kaptanoğlu takma adıyla senaryolar yazdı. Demokrat İzmir gazetesinin genel yayın müdürlüğünü üstlendi ve başyazılarını yazdı.

Ankara'da Bilgi Yayınevi'nin danışmanlığını yaptı (1973-79). Vatan gazetesinde sinema eleştirileri, Yeni Ortam, Dünya, Milliyet ve Söz gazetelerinde köşe yazılan yazdı. Yelken, Sanat Olayı ve Cönk dergilerini yönetti.

İlk şiiri "Balıkçı Türküsü"nü 1941'de Yeni Edebiyat dergisinde yayımlayan Attila İlhan, daha sonra Nevin Yıldız takma adıyla İstanbul, Beteroğlu takma adıyla Yücel dergilerinde göründü. 1946 CHP Şiir Yarışmasında "Cebbaroğlu Mehemmed" adlı şiiriyle birincilik ödülünü kazanınca ünü kısa sürede yayıldı. Sonraki yıllarda Genç Nesil, Fikirler, Varlık, Aile, Yirminci Asır, Seçilmiş Hikâyeler Dergisi, Kaynak, Ufuklar, Mavi, Yeditepe, Dost, Yelken, Ataç, Yön, Milliyet Sanat, Sanat Olayı gibi dergilerde şiir, deneme ve eleştirileriyle edebiyat dün-yasının önde gelen adları arasında yer aldı.

      Garip akımına ve İkinci Yeni şiirine karşı çıktı ve Mavi dergisinde yayımladığı yazılarla Mavi ya da Maviciler olarak bilinen toplumsal gerçekçilik akımını başlattı. Şiire yeni bir söz düzeni, taşkın bir anlatım ve kendine özgü bir duyarlık getiren yapıtlarıyla adından söz ettirdi.

      1950'lerin ortalarında, başlangıçta bağlandığı Nâzım Hikmet çizgisini ve halk şiirinin biçimsel özelliklerini bırakarak daha karmaşık bir duyarlılığa yöneldi. Eleştirilerinde ise, hemen her zaman toplumsal gerçekçiliğe bağlı kaldı.

Sisler Bulvarı (1954, 1991), Yağmur Kaçağı (1955, 1991) ve Ben Sana Mecburum (1960, 1988) adlı eserleriyle yalnızca genç şairleri değil, bütün bir genç kuşağı etkiledi. Yasak Sevişmek (1968,1991) ve Elde Var Hüzün (1982) gibi sonraki eserlerinde, divan şiirinden ve şarkılardan da yararlandı. İlk romanları Sokaktaki Adam (1953, 1982) ve Zenciler Birbirine Benzemez ‘den (1957, 1987) sonra romanlarında giderek tarihsel boyutlara yer vermeye başladı. Özellikle bu tür yapıtlarında, öz Türkçeye karşı çıktı. Yakın tarihin gerçek ve ortalama tiplerini ele alarak siyasal ve ideolojik mücadelelerin arkasındaki insani durumu görmeye çalıştı.

Şiirlerinden
Acı Ninni
Ben Sana Mecburum
Cebbar Oğlu Mehemmed
Üçüncü Şahsın Şiiri
Kimi Sevsem Sensin
An Gelir
Sisler Bulvarı

 

Diğer Eserleri
 Şiir
Duvar (1948, 1990)
Belâ Çiçeği (1962, 1991)
Korkunun Krallığı (1987)
Roman
Kurtlar Sofrası (1963-64 ; 2 cilt, 1982)
Bıçağın Ucu (1973,1981)
Yaraya Tuz Basmak (1978, 1982)
Fena Halde Leman (1980, 1985)
Dersaadette Sabah Ezanları (1982, 1988)
Haco Hanım Vay (1984)
Yengecin Kıskacı (2001)
O Sarışın Kurt (2007)

Gezi, deneme ve eleştiri
Abbas Yolcu (1959)
Hangi Sol (1971, 1980)
Hangi Batı (1972, 1982)
Faşizmin Ayak Sesleri (1975)
Hangi Seks (1976, 1982)
Hangi Sağ (1980)
Gerçekçilik Savaşı (1980)
Hangi Atatürk (1981)
Batının Deli Gömleği (1982)
İkinci Yeni Savaşı (1983)
Sağım Solum Sobe (1985)
Yanlış Kadınlar Yanlış Erkekler (1985)
Ulusal Kültür Savaşı (1986)
Hangi Edebiyat (1991)
Sosyalizm Asıl Şimdi (1991)
Hangi Laiklik (1995)
Hangi Küreselleşme (1997)

Film Senaryoları
Yalnızlar Rıhtımı
Devlerin Öfkesi
Ölüm Perdesi
Şoför Nebahat
Ateşten Damla
Ver Elini İstanbul
Rıfat Diye Biri
Dişi Kurt
Rüzgar Zehra
Paranın Kiri(TV)
Sekiz Sütuna Manşet(TV)
Kartallar Yüksek Uçar(TV)
Yarın Artık Bugündür(TV)
Yıldızlar Gece Büyür(TV)
Tele-flaş(TV)
Sokaktaki Adam
Yanlış Saksının Çiçeği

Attila İlhan ve Divan Edebiyatı

       Attila İlhan'ın Divan şiirine olan ilgisi dilimize Kilisli Rıfat Bey tarafından çevrilen Nasırüddin-i Tusi'nin iki rubaisini okumasıyla başlar. Aslında babasının etkisi de yadsınamaz. Bedri İlhan çok iyi derecede Osmanlıca bilen, Divan Edebiyatı'na meraklı, şiir yazan ve Divan Edebiyatı'nın en güzel örneklerini oğluna okutan bir babaymış. Bu yüzden Attila İlhan Divan Edebiyatı'nı hem iyi anlar hem de iyi yazar.

       Rubailere olan ilgisi ise iki nedene dayanır. Birincisi Nazım Hikmet'in cezaevinde yazdığı, el yazısıyla çoğaltılmış olan "serbest rubailerinden bir nüsha bulup okuması ve o aralar çok gözde olan "beyhudelik hissi"nin etkileri.

       Attila İlhan'ın Divan Edebiyatı'na yönelmesinin ve yararlanmak gerektiğini düşünmesinin Osmanlı'yı araştırmaya başladığı zamana denk geldiği düşünülmektedir. Şair, Divan Edebiyatı biçiminin üzerine kendi imge yapısıyla yeni bir şiir kurmayı dener. Aruzun içine -aruza rağmen- yerleştirilen o görkemli sesi yakalamaya çalıştığını belirtir. Attila İlhan, Divan Edebiyatı'ndan ritmi ve sesi alırken içerikte alınacak pek bir şey bulamamıştır. Bunun nedeni Divan Edebiyatı'nın soyut ve kavramlar üzerine kurulmuş olması ve Tanzimat Dönemi'ne kadar belirgin bir sosyallik olmamasıdır. Ona göre Divan Edebiyatı Nedim ile son bulmuştur.

      Şiirde ritmin varlığını çok önemser. Ritimsiz bir şiirin akılda kalmasının çok zor olduğunu ve akılda kalmasının da ancak belli bir ritim tutturulursa sağlanacağını söyler. Nedim'e kadar olan Divan şairleri aşk konusunu çok değişik ele almışlardır. Onların sevdasında belirgin bir mutlaklık vardır. Öyle bir şey ki sevdanın kendisi sevgilinin önüne geçiyor. Yani Divan şairleri aşka, aşık olunandan daha çok aşık olurlar. Attila İlhan bu durumu çok usturuplu verdiğini söyler. Bunun böyle olduğunun çoğumuz farkında değiliz çünkü şu dönemde Divan Edebiyatı'nın da çok farkında değiliz.

       Attila İlhan'a göre ulusal bileşime ulaşmak için hem Halk Edebiyatı'ndan hem de Divan Edebiyatı'ndan yararlanmak gerekir. Halk şiirinin ve Divan şiirinin birbirinden ayrılmaması gerektiğini savunur ve buna gerekçe olarak da her ikisininde aynı Osmanlı altyapısının üstyapıya yansıması olduğunu ancak birinin halkın yansıması, diğerinin okumuşun yansıması olmasını gösterir.

      Şiir yazmaya başladığında aruz bilmeden olmaz diyerek 300-400 civarında gazel yazmıştır. Ayrıca "Aruzla iyi yazmış bir şairin yan yana sırala mısralarını nesir gibi, nesir olmaz." demiştir.

En büyük amaçlarından biri "Geleneği özümseyip ondan bugünün şiirini yaratmak." diğeri de

"Geleneksel olanı çağdaşla beraber yaşayabilmek ve onun içerisinde yansıtabilmektir.” Şiirlerinin bu kadar tutulmasının bir sebebi de Divan Edebiyatı özelliklerinden barındırması olabilir. Çünkü halk da aşkı o şekilde yaşamış, biliyor ve öyle bakıyor. Öyle baktığı için de zorlanmadan anlıyor.

      Attila İlhan, Divan Edebiyatı'nın bol bol Arapça ve Farsça kelime barındırmasından ötürü Arapların da çok rahat bir şekilde Divan Edebiyatı'nı anlayacağını düşünürmüş. Bir gün Arap bir arkadaşına Baki'den bir gazel okumuş ve arkadaşının tepkisini beklemiş. Arkadaşından bir tepki gelmeyince "Nasıl? Beğendin mi?" diye sorduğunda aldığı yanıt "Hiçbir şey anlamadım. Az önce okuduğun Türkçe değil miydi?" olmuş. Bizce bu düşünce çoğu insanın içine düştüğü bir hatadır.

"...nasıl Divan bir azınlık estetiğiyse, onun gibi folklor da azgelişmişlerin estetiğidir. Ham folklorla sanat olmaz ancak yükseltilmiş bir estetiğin malzemesi folklordan alınabilir. Nasıl ki saray ve konak sanatından da alınabilir." Der ve içeriğin çağdaş olması gerektiğinin altını çizer.

 

 

Test Çöz