Tanzimat Tiyatrosu

TİYATRO

       Türk seyircisi Tanzimat’a kadar  onun canlı şekli olan orta oyunu ile sahneyi tanıyor ise de bunun batılı manada tiyatro ile bir alakası yoktur. Bu nevi memleketimize Tanzimat ile girmiştir. Tiyatro edebiyatı bizde Şinasi ile başlamıştır. Ancak Şinasiden evvel yazdıkları anlaşılan iki tiyatro (Vekayi-i Acibe ve Havadis-i Garibe Kefşger Ahmet, Hikaye-i İbrahim Paşa ve İbrahim-i Gülşeni) tecrübeleri tamamıyla gizli kaldıkları için, tiyatro edebiyatımız üzerinde herhangi bir tesir uyandırmamışlardır. Bununla beraber bu devirde ecnebiler arasında zaman zaman oynanan eserlerin memlekette ve bilhassa Müslüman tabakada bir akis bıraktığını söyleyemeyiz.

       Tiyatro ile geniş ve devamlı temaslarımızda 1842 den sonraki Ceride-i Havadis sütunlarında öğrenebiliyoruz. İstanbul’a gelen ecnebi kumpanyalar, kendi dilleri ile temsiller veriyor, garba hayran kibar tabakadan da temsillere gidenler oluyor, sohbetlerinde de bu temsillerden bahsediyorlardı.

       1863-1864 yılında Mannac’ın kumpanyasının teşekkülüne kadar, halkımız yabancı dilde trajedi, dram, komedi, opera ve operet seyreder ancak Türk seyircisi 20 sene sonra ilk defa Hacenin Telaşı ve Odun Kılıç komedisi ile Türkçe eserle karşılaşır.

       Tanzimat’ın daha ilk yıllarında İstanbul da tiyatro binaları yapılmaya başlanmış ve yabancı tiyatro toplulukları zamanla yerlerini yerli topluluklara bırakmışlardır. Ancak bu gelişme 30 yıl içinde olabilmiştir. Tiyatronun pahalı bir eğlence oluşu, tiyatro seyircisinin hemen hemen sadece batı kültürü ile temasa geçebilen aydınlardan oluşu, İslamiyet’in kadını kapalı tutması sebebiyle Türk kadınının sahneye çıkamaması ve orta oyununun halk arasında rağbetini koruması bu gecikmeye sebep olmuştur. Bütün bu sebeplere rağmen batı medeniyetinin yerleşmesinde tiyatronun rolü büyüktür.

       Hacı Laup,Hasköy,Şark ve Ortaköy tiyatrolarından sonra 1867 de Gedikpaşa’da Güllü Agop tarafından kurularak, yarı resmi bir himaye görmüş ilk ciddi Türk tiyatrosu Osmanlı tiyatrosudur (Tiyatro-i Osman-i). Türkçe olarak tercüme, telif, opera,operet, komedi, trajedi hülasa zengin bir repertuarla işe başlar. Ahmet Vefik Paşanın eserlerinin bir kısmı, Teodor Kasab’ın eserleri, Ali Beyin eserleri, Ahmet Mithat’ın Eyvah’ı, Şemsettin Sami’nin Besa’sı, Ebu Ziya’nın Eceli Kaza’sı, Abdülhak Hamit’in ilk piyesleri tiyatronun tekamülü için edebi bir heyetin teşebbüslerinin mahsulü olur. 1860-1880 arasında çok sayıda tiyatro eseri yazılır. Siyasi ve içtimai şartlar 1880’den sonra tiyatro eseri yazmaya karşı duyulan rağbeti azaltır. Ancak bu devirde yazılan birkaç eser sahnede oynanmak için değil okunmak için kaleme alınmıştır. Nihayet 1908’den sonra yazarlarda tiyatro yazmaya karşı bir meyil başlar.

       1884’de II.Abdülhamit tarafından A. Mithat’ın Çerkez Özdenler adlı dramın oynanmasından sonra hürriyet duygularının aşılandığı bahanesiyle tiyatro binası yıkılır ve devrin içinde bulunduğu nazik durum dikkate alınarak sahne faaliyeti  bir müddet durdurulur. Fakat edebi heyet (Osmanlı tiyatrosunu ilerletmek için 1872’de kurulmuştur.)1908’e kadar ilk teşebbüs olma hüviyetini muhafaza etmiştir.

        Tanzimat devrinin ilk büyük eseri Hayrullah Efendinin isminden daha evvel bahsettiğimiz Vakasını Kanuni devrinden alan 4 perde ve 11 tablodan ibaret küçük bir dramdır. Tanzimat tiyatrosunun ikinci eseri Şinasi’nin Şair Evlenmesi adındaki bir perdelik komedisidir. Birbirini görmeden evlenme konusunu işlemiştir. Vaka basit olmakla beraber oldukça sağlam bir kuruluştadır. Bu kuruluşta hem yerli hem de yabancı unsurların tesirlerini görmek mümkündür. Oyunun belli bir edebi metin halinde oluşu, karakterlerinin orta oyunu karakterlerinden ayrılışı ve vakanın geliştirilmesi bakımlarından batılı olan bu eser; vakanın başlıca iki kişi tarafından yürütülmesi, değişik halk tabakalarına mensup yerli karakterlerin canlandırılması gibi orta oyuna ait özellikleri ile de yerlidir. Şinasi şark kampanyasının açılmasından evvel 1859 tarihinde eserini yazmıştır. Fakat kendi insanımızın ve hayatımızın realitesine henüz gözümüzün açıldığı devre rastlaması, münevverlerin politik mücadeleye girmiş bulunmaları, tiyatronun ve sahnenin durumunun eserin oynanmasına müsait olması, eserin 1864-1872 yılları tiyatro repertuarına girmesine mani olmuştur. Buna rağmen A. Vefik Paşa Molier adapteleri ile; dramatik yerli komedileri ile Ali Bey; Molier tercümeleri ile Teodor Kasab, Sabr-u Sebat ve İçli Kız ile Abdülhak Hamit, Şinasinin yolundan yürümüşlerdir.

       1866 da Türk tiyatrosunun ilk manzum piyesi ile karşılaşırız. Ali Haydar Beyin sergüzeşti Perviz adlı bu eseri kuruluş ve teması bakımından dram karakteri taşır.

       Ahmet Vefik Paşa  Molier adapte ve tercümeleri ile tiyatroda ciddi bir adım atmış, sağlam bir garp kültürü ve tiyatro anlayışını seyirciye sunmuştur. Bu devirde Müslüman şark tarihine dair piyesler, mahalli operalar vücuda getirilirken Namık Kemal ve Abdülhak Hamit gibi tiyatroyu seven fikirlerini yaymak için bir vasıta olarak görenler,bu yolda eser verenlere devrin o eserleri oynatmak gibi imkansızlıkların tesiri altında bırakır. Bununla beraber yeni nevinin imkanlarının laiki ile bilinmemesi, insan ruhu ve kaderi üzerinde İslami tevekkülün dışında düşünme fırsatlarının olmayışı, sadece yenilik aşkı ile hareket edilmesi sebebi ile vakaları muhayyilenin sathında geliştirmişler. Diyaloglarda acemiliğe düşmüşlerdir. Sade dil arzusu önce bayağılılığa düşürülürken Namık Kemal’den sonra lüzumsuz belâgata sürüklenir. Ayrıca kadının erkekten ayrı yaşaması ve sahnede bulunmayışı da dildeki çözülmeye tesir eder.

       Tanzimat devrinde tiyatro türünün asıl verimli yılları 1870-1880 arasıdır. Bu yıllarda Tiyatro-i Osman-i ciddi çalışmalarını devam ettirirken Türk yazarlarının da piyes yazma hevesleri günden güne artmıştır. Genç yazarların bir kısmı Osmanlı Tiyatrosunun edebi heyetine girerek çalışmaları daha ciddi bir kontrol altına aldılar. Bunlardan Ali Bey “Kokana Yatıyor(1870), Geveze Berber” isimli, komediler yazmıştır. Bunların orta oyunu ile ilgisi yoktur, tamamı ile batılı diyebileceğimiz komedilerdir. Sosyal meselelere dokunan yönleri pek olmayan basit birer karakter komedileridir.

       1870 den sonra piyes yazmayı deneyenlerden biri de Recaizade Ekrem Beydir. Afife Anjelik(1870), Muslat(1874), Atala(1872-tercüme) adlı eserleri yazmıştır. Namık Kemal 1872 de Osmanlı Tiyatrosu’nun edebi heyetine girdikten  sonra Vatan Yahut Silistre’yi yazdı.

       Gülnihal, Zavallı Çocuk, Akif Bey, Celalettin Harzemşah adlı eserleri, 1872-1885 arası eserleridir. Teknik bakımdan batıya göre zayıf olan bu eserlerin en güçlüsü Gülnihal’dir. Vakaların kuruluşunda, karakterlerin yaratılışlarında romantik dramın tesiri büyüktür. Namık Kemal’e ait tiyatroların, Türkiye’de tiyatronun ciddiye alınmasında etkisi büyüktür.

      Ahmet Mithat Efendi Eyvah isimli dramında Tanzimat’ın diğer eserlerinde olduğu gibi sosyal muhtevaya uygun olarak batılılaşmanın aile çevresindeki tesirleri ve bilhassa evlenmedeki eski adetlerin tenkidini yapar. Bu konu Şinasi’de görmeden evlenme, Namık Kemal’de ana babanın hakim rolü ve birden fazla kadınla evlenme şeklinde tenkitle ortaya konur. Sosyal fayda düşüncesine sıkı sıkıya bağlı kalma, tiyatro tekniğinin ikinci plana atılmasına sebep olur.

       Abdülhak Hamit’in bu sahada Tarık, İçli Kız, Duhteri Hindu adlı eserleri tanınmış eserleridir. Bu tiyatro eserlerinde Atala, Pole ve Virgini, Robenson Cruose adlı tercümelerin tesirlerini de görmek mümkündür. Ayrıca yerli eserlerden Zavallı Çocuk’un tesiri söz konusudur. Duhteri Hindu ile yerli hayattan ayrılır ve eserin son sözünde bu günün hayatını sahneye aktararak aynı toplumun karşısına çıkarmanın, bir insanın yüzüne ayna tutmaktan başka bir şey olmadığını belirttikten sonra, bunun yerine tarihimizin ders verebilecek muhteşem vakalarını sahneye koymayı daha yerinde bulur. Asıl milli tiyatronun bu şekilde teşekkül edebileceğini söyler. İçli Kız’ın sonundaki makalelerde ise bir başka hususa temas ederek tiyatro eserinde dilin ve konuşmaların kişilerin tahsillerine, görgü seviyelerine, karakterlerine, düşüncelerine o andaki ruh durumlarına uygun olmasını tavsiye ederek “dili insan sahnede yaratmalıdır” der. Bir eser çeşitli topluluklara hitap ettiği için orada herkesin kendi hoşuna giden tarafı bulması gerektiği fikrindedir.

       Bütün piyeslerinde karakterler ön planda gelir, karakter tahliline büyük değer verir. Bilhassa çeşitli ihtirasların tahlil ve tasvirlerinde çok başarılıdır. İlk piyeslerinde tiyatro tekniğine uyduğu, konuşma diline ve üslubuna çok yaklaştığı halde 1880’den sonra bu dilden uzaklaşarak piyeslerini okunmak için yazmaya başlar. Nihayet tiyatro için çok yabancı bir dilde karar kılar. Sayıları 20’yi bulan bu piyeslerin hepsi dramdır. Tarihi konuları işleyiş, vakaların kuruluş tarzında olağan üstü olayların değer verme karakterlerinin işlenişindeki aşırılık, kahraman kadrosunun genişliği, parlak konuşmalara düşkünlük bakımından romantik dramın tesirindedir.

       Tanzimat devrinde tiyatro yazanlardan birisi de Şemsettin Sami Bey’dir. Besa yahut Ahde Vefa (1875), Seydi Yahya (1875), Gave (1878) adlı tiyatro eserleri vardır. Besa mukaddimesinde tarihin bize ders verecek bir yığın kahramanlık ve insanlık olayları ile dolu olmasına rağmen, hala sevgi ve zorla evlendirilmeler üzerinde oyalanmayı doğru bulmadığını belirterek, “Tiyatro eseri, içindekini mücessem(somut) suretle cemiyetin gözleri önüne serdiği için hikayeye nazaran daha fazla ibret verir” der.

       Ayrıca bu devirde Manastırlı Rıfat’ın “Osman Gazi (1873), Görenek, Ya Gazi Ya Şehit (1874)”, Hasan Bedrettin Paşanın “Iskad-ı Cenin, İkbal”, Ebu Ziya Tevfik’in “Eceli Kaza”, Şemsettin Sami’nin “Şir”, Muallim Naci’nin “Heder (1910)”, Feraizcizade Mehmet Şakir’in “İnatçı yahut Çöpçatan (1885), Teheül yahut İlk Gözağrısı(1886)” isimli eserler dikkati çeker.

 

XIX. YY. TÜRK TİYATROSUNDA İÇERİK

       XIX. yy tiyatro eserleri yazıldıkları devre sıkı sıkıya bağlıdır. Bu asrın siyasi sahalardaki tanzimleri sosyal hayatta bir medeniyet değiştirme şeklinde ortaya çıkmıştır. Bu sebeple bütün faaliyetlerde sosyal fayda ön planda görülür. Diğer edebiyat nevilerinde olduğu gibi tiyatro faaliyetleri de fert ve toplum hizmetinde bir mektep, bir kürsü vazifesi görmüştür.

      Eserlerde daha ziyade zorla evlendirmeler, aile, kadın terbiyesi, sefahat, sınıf ve meslek ayrılıkları, esirlik ve esirliğin reddi, eşitlik, namus, örtünme, ana babaya saygı, Osmanlılık, İslam birliği, vatan sevgisi, hürriyet aşkı, batı hayranlığı, geleneklere karşı isyan ve bu konular içindeki dejenere tipler ele alınmış ve işlenmiştir. Böylece yeni bir medeniyet karşısında birtakım eksikliklerimizi ve ihtiyaçlarımızı, edebi türler vasıtasıyla ifade ederken eserlerin muhtevası da kendiliğinden teşekkül etmiş olur. XIX. yy da birtakım güçlükler içinde çırpınan cemiyetimiz yeni şeylere uyma hevesi kadar eskiden ayrılmanın üzüntüsünü de bir arada yaşamaktadır. Hülasa bir insanı, bir cemiyeti bütün hayatı ile; maddi ve manevi bütün unsurları ile değiştirip bir başka hüviyete bir başka kılığa büründürmenin halet-i ruhiyesi içinde bir kültür krizi, bir sosyal bunalım yaşanmaktadır. Devrin büyük dramı da bu sosyal bunalımdan, bu kültür krizinden gelmektedir.

       Kendi kendini yeniden yaratma kaygısı içinde yaşayan devrin duygu ve düşüncesini aksettiren edebiyat eserleri de pek tabi olarak aynı mahiyette sosyal ve dramatik olmuştur.

       Yenilik peşinde koşan devrin yazarları getirdikleri yeni teklifler doğrultusunda kendiliğinden eğitici, öğretici ve ıslahatçı niteliklerde görülürler, bu karakterdeki eserlerin muhtevalarında zenginlik ön plandadır (muhteva zenginliği) şekil ve dış yapılarına fazla önem verilmemiştir. Bunun için XIX. yy tiyatro eserlerinde teknik kusurlar bulunabilir. Fakat bu eserlerin asıl önemi bize geçen yy hayatına dair getirdikleri gerçeklerdir. Bu hayatın manevi yapısına dair verdikleri bilgiler ayrıca önemlidir.

       XIX. yy da yazılan tiyatro eserlerinin çoğu tezlidir bu eserlerde tenkit edilen veya savunulan birer problem vardır. Problemlerin arkasında devrin ızdırapları, eğilimleri, istekleri, manevi çabası yani devrin psikolojisi meydana çıkmaktadır. Yazıldıkları devrin manevi hayatını parça parça bölümler halinde veren, bu eserlere bakınca o zamana kadar tanımadığı yeni kavramlarla manevi bütünlüğü bunalmış bir kararsızlık içinde yaşayan mütereddit bir toplum karşımıza çıkar.

      Devrin fert olarak insanın eğitim ve öğretimi endişesi, toplumun yeni müesseselerle daha iyi çalışır hale getirme endişesi, şanlı mazimize laik ve batı medeniyeti seviyesinde yeni bir hayata kavuşma idealleri sebebi ile, tiyatro eserleri fert, toplum ve idealler olmak üzere üç ana çizgi üzerinde yürümüşlerdir.

Kaynak: Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri;Kenan AKYÜZ

Test Çöz