Mustafa Kutlu

Mustafa Kutlu: (1947…)

          Tanzimat öncesi hikâye geleneğine dayalı yeni bir hikâye formu arayışı içinde görülen Mustafa Kutlu (1947-), 1970’li yıllarda yayımladığıOrtadaki Adam (1970) ve Gönül işi (1974), isimli ilk kitaplarını yayımladı. Adı geçen iki kitabındaki hikâyelerde, kendinden önceki geleneğe bağlı olan yazar, üçüncü kitabıYokuşa Akan Sular (1979)’dan itibaren yeni bir hikâye formu arayışına girdi. Giderek oturan bu form, önemli ölçüde Doğu hikâyesinden beslenen iç içe geçmiş uzun hikâyeyi gündeme getirir. “Ben toprağımızda temellerini bulan bir oluşumun peşindeyim. Bize has olanı yeniden yakalamak arzusundayım. (..) Ben eski geleneğimizi esas alıyorum. Buradan yola çıkarak günümüz anlatım imkânlarını, yani modern ifadeyi kollayan bir yapı araştırıyorum.”
Yokuşa Akan Sular (1979), 
Yoksulluk içimizde (1981), 
Ya Tahammül Ya Sefer (1983), 
Bu Böyledir (1987), 
Sır (1990), 
Hüzün ve Tesadüf (1998), 
Beyhude Ömrüm (2001), 
Mavi Kuş(2002), 
Tufandan Önce (2003), 
Rüzgârlı Pazar (), 
Chef(2006),
isimli kitapları, Kutlu’ya özgü hikâye formunun somut örneklerini oluşturur. Mustafa Kutlu hikâyelerinde iki ana konu söz konusudur. Bunlar; insanın iç gelişmesi ve taşra insanının büyük şehirdeki sıkıntılarıdır. Kimi hikâyelerinde tasavvufî bir çerçevede iman, kader, ahiret, ölüm konuları üzerine eğilen Kutlu, Türk hikâyesine metafizik bir boyut kazandırır. Hikâyelerinin önemli bir kısmıında ise taşra- şehir, gelenek-modernizm zıtlığı ekseninde insanın yaşadığı sıkıntıları anlatır. Özellikle taşra insanının modern şehirde yüz yüze kaldığı sıkıntılar; değerlerini koruma mücadelesini öne çıkarır. Konularını sosyal gerçekçiliğin şablonculuğundan uzak ve insanî duyarlılıkla ele alır. Mustafa Kutlu’yu Türk hikâyesinde önemli bir yere yükselten bir başka değer, kendine has dil ve üslûbudur. Belirgin bir nikbinlik içinde olan yazar, son derece sıcak, samimi ve lirik bir üslûba sahiptir. Türkçeyi, sahip olduğu ifade gücü, anlatım zenginliği ve şiiriyet imkânları çerçevesinde ustaca kullanır.

 

SEVİNÇ

       Bir parkta iki simitçi çocuk. Yan yana bir banka oturmuşlar. Etrafta çiçekler, kelebekler; çocuklarının elinden tutmuş gezdiren anneler, kalın mercekli gözlükleri ile gazeteye dalmış ihtiyarlar, binbir şamata ile birbirine sataşan, gülüşen mektep kaçkını öğrenciler, dilenciler, çöpçüler. Simitçiler sekiz on yaşlarında. Kara-kavruk-zayıf. Belli ki beslenme yetersizliği ile büyümüşler. Aynı mahallenin çocukları bunlar, aynı ağızla konuşuyorlar, belli ki taşradan henüz gelmişler. İkisi de yorgun ve aç. Vakit öğle üzeri. Parkın çeşitli noktalarında bulunan büfelerden döner, sucuk kokuları geliyor, önlerinden iri sandviçlerini ısıra ısıra kendi yaşlarında çocuklar geçiyor. Bezgin gözlerle etrafa bakıyor, bakmaktan usanıyorlar. Sonunda biri dayanamayıp: — Hadi bir simit yiyelim, diyor. Simitler alüminyum tepside dizilmiş duruyor. Her zaman yaptıkları gibi kimin tepsisinden, simit alınacak diye çöp çekiyorlar. Biri, eline biri uzun öteki kısa iki çöp alıyor; ellerini arkasında gizleyip kısayı bir avucuna, uzunu öteki avucuna saklıyor. Sonra iki kolunu birden öne çıkararak yumulu ellerini arkadaşına uzatıyor. Öteki bir süre süzüyor bu yumrukları, bir türlü karar veremiyor. Sonunda “ya şundadır, ya bunda” yapıp birini seçiyor. Kısa çıktı, kaybetti. Hiç tasalanmadan yanındaki kendi tepsisinden bir simit seçip “Hadi” diyor. Her zaman böyle yapıyorlar. Simidin bir ucundan biri, öbür ucundan öteki tutup “Bir, iki, üç” deyip asılıyorlar. Simit aynı anda iki parçaya bölünüyor. Birine az, ötekine çok düşüyor ama ikisi de hakkına razı. Bu defa öyle olmadı. Simidin bir parçası bayağı büyük kaldı. Büyüğü kazanan arkadaşının payına baktı, canı sıkıldı. “Olmadı” dedi. “Benimki çok.” Öteki “Şans işte, boşver” dedi ve kendi payını yemeye başladı. 49 Büyük parçayı kazanan bir türlü yiyemiyor. Şans da olsa haksızlık bu. Dayanamayıp fazla parçayı kopardı ve arkadaşına uzattı. Arkadaşı “Alamam” dedi “O senin hakkın.” Beriki kararlı: “Olmaz, yiyemem, bölüşelim.” diyor. Bir zaman alırsın, almazsın diye çekiştiler. Onlar çekişedursun, parkın uyanık güvercinleri hiç çekinmeden önlerine kadar gelmiş, dökülen susamlara dalmışlardı. Çocuklar fazlalık olan parçayı güvercinlere doğradı. Önlerinde bir güvercin bahçesi oluştu. Biri çekinerek ayaklarına dolanan kuşlardan birini okşadı. Hayret, kaçmıyor. Bir daha okşadı, bir daha, çok hoşuna gitti bu. Hayatında ilk kez bir güvercin okşuyordu. Onu gören öteki de güvercinleri okşamaya başladı. Arada bir göz göze geliyor birbirlerine gülümsüyorlar. Yüzsüz güvercinleri aç sanmışlardı. Kalan simitlerini de doğradılar. Kuşlar yedikçe sanki onlar doyuyordu. Güvercinlerin parlak tüylerinden geçen sevgi ve merhamet en saf hâli ile çocuk kalplerini doldurmuştu. Sonunda simitler bitti. Ortada tek bir susam tanesi kalmadı. Güvercinler birden havalanarak ve çocukların yüreklerini ağzına getirerek uçtular. İleride simit yiyen bir genç çiftin önüne kondular. Simitçiler birbirlerine baktı. Sonra güvercinlere baktı. İkisi de sevincini bulmuştu. Artık ne açlık, ne tasa. Artık gidebilirler, yeniden satışa çıkabilirler. Her birinin etrafında yüzlerce melek dolaşıyor. Elbette bütün simitleri satacak, cepleri para dolu olarak analarına koşacak, bu güvercin hikâyesini anlatacaklar.
                                                                                                                                                  Mustafa KUTLU, Hayat Güzeldir

Kaynak: 12. Sınıf Ders Kitabı s.50

Test Çöz